Muş Alparslan Üniversitesi
 
Muş Kardeşlik Platformundan Anlamlı Etkinlik

 

Muş Kardeşlik Platformu, Ayasofya’nın 86 yıl sonra tekrar ibadete açılması nedeniyle Salih-Muhlise Çağlayan Camii’nde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasına üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat’ın yanı sıra Muş Belediye Başkanı Feyat Asya, Ak Parti Muş İl Başkanı Rahmetullah Yaktı, Muş İl Müftüsü Alettin Bozkurt, sivil toplum kuruluşarının temsilcileri ve Muş halkı katılım sağladı.

 

Bakanlar kurulu kararı ile müzeye dönüştürülen Ayasofya Cami, Danıştay 10. Dairesi Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu ve cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu gerekçesiyle ilgili bakanlar kurulu kararını iptal etti. 24 Temmuz Cuma (Bugün) 86 yıl sonra ibadete açılan Ayasofya Caminin sevinci Muş’ta Salih-Muhlise Çağlayan Camii’nde yaşandı. Cuma namazı sonrasında Türkiye Gençlik Vakfı İl Başkanı (TÜGVA) Oğuz Akyüz tarafından bir basın açıklaması yapıldı.

 

Basın açıklamasının tam metni şu şekilde:

 

 

AYASOFYA’NIN İBADETE AÇILMASI VESİLESİYLE MUŞ KARDEŞLİK PLATFORMU TARAFINDAN HAZIRLANAN

BASIN BİLDİRİSİ

24.07.2020

 

Aziz Muşlular, sevgili kardeşlerimiz, saygıdeğer büyüklerimiz,

 

Bugün burada, 86 yıldır müze olarak kullanılmakta iken hafta başından itibaren esas hüviyetine dönüştürülen ve ceddimiz Fatih’in vakfiyesine uygun biçimde camiye kalbedilen Ayasofya’nın açılış sevincini paylaşmak, Yüce Rabbimize şükretmek ve bu tarihî adımın atılmasında öncü rol üstlenen Sayın Cumhurbaşkanımıza minnet borcumuzu ifade etmek için toplanmış bulunmaktayız.

Ayasofya, ilk önce Doğu Roma İmparatoru I. Justinianos tarafından katedral olarak inşa edilmişti. Bu katedralin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra İmparator II. Theodosios bugünkü Ayasofya'nın bulunduğu yere yeni bir mabet yapılmasını emretmişti ve mabedin açılışı da onun zamanında gerçekleşmişti. Ayasofya adını taşıyan ve İstanbul’un simgesi haline gelen Ayasofya tarih boyunca defalarca tahrip edildi ve her seferinde yeniden inşa edildi.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiği zaman, Ayasofya daha önce defalarca olduğu gibi yine savaşlar, isyanlar ve tahribatlarla viraneye dönmüş haldeydi. 1204 yılında kutsal mabedi yağmalamakla kalmayıp içinde işret meclisleri düzenleyen Katolik Haçlıların buradan çaldıkları şamdanların yerleri hâlen boştu. Haçlı vahşetine tanıklık etmiş sessiz duvarları nicedir hasretini çektiği ilahî cezbenin eksikliği içerisindeydi. Adeta, kendisini hürriyetine kavuşturacak fatihini bekliyordu. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han, fethin simgesi olarak Ayasofya’yı camiye dönüştürdü ve fetihten sonra Ayasofya’nın vitraylarından yeni bir aydınlığın huzmeleri içeriye dolmaya başladı. Kubbelerinde artık ezan sesleri yankılanmaya başladı.

 

Muş’un güzel çocukları!

 

Ayasofya’nın hangi İslâmî hükme istinaden camiye dönüştürüldüğü her zaman çok merak edilmiş ve zaman zaman tartışma konusu edilmek istenmiştir. Hâlbuki bu süreç her yönü ile İslâm dairesi içerisinde cereyan etmiştir. Bilindiği gibi, fetihten önce Bizans İmparatoru’na elçi gönderen Osmanlı hükümdarı Mehmed Han, ondan teslim olmasını ve şehri sulh yoluyla kendisine bırakmasını istemişti. Bizans İmparatoruna haber gönderip şöyle demişti: “İlk umumî hücumda şehir düşecektir. Eğer sulh yolu ile teslim olursanız, İslâm hukukunun kuralları gereği, cana ve mala zarar verilmeyecektir; ama şehir zorla fethedilirse, hem kan dökülecektir hem de bunun sorumluluğu Bizans’a ait olacaktır.

 

İslâm hükümdarlarının eskiden beri rakiplerine gönderdikleri geleneksel teslim çağrısı olan bu davet, kan dökülmesine mani olmak ve şehrin tahrip olmasını engellemek amacına matuf idi. Daha önce defalarca kuşatılmasına rağmen kuvvetli surları ile kuşatmacılarına geçit vermeyen şehrin bu sefer de ele geçirilemeyeceğine inanan mağrur Bizans İmparatoru bu teklifi reddetti. Fakat tarihin çarkı bu sefer farklı işlemiş, Peygamber Efendimiz’in müjdesine nâil olan Fatih Sultan Mehmed ve askerleri İstanbul’u fethederek Allah Rasûlü’nün “güzel kumandan ve güzel asker” iltifatına mazhar olmuşlardı.

 

Fetihten sonra İstanbul’da yaşamakta olup fethi destekleyen, Bizans idaresine karşı Türk idaresini tercih ettiklerini beyan eden Hıristiyan ve Yahudilere dokunulmamış, malları ve canları emniyete alınmış, kilise ve havraları kendilerine bırakılmıştır. Bu esnada Ayasofya, fethin sembolü olarak camiye çevrilmiştir. Harap halde bulunduğu rivayet edilen Ayasofya’nın arazisi bizzat Fatih Sultan Mehmed tarafından satın alınıp hükümdarın şahsî mülkü haline getirilmiş ve mabet esaslı bir onarımdan geçirilerek camiye dönüştürülmüştür. Bir başka ifadeyle, bazılarının iddia ettiği gibi ortada bir gasp hadisesi yoktur. Ayasofya, İstanbul’u fethedip İslâmbol haline getiren Fatih’in büyük fethinin kılıç hakkı ve siyasî simgesi olmasının yanında, Sultan’ın şahsî mülkü olup onun hukukî tasarrufu ile cami olmuştur. Nitekim devr-i Cumhuriyet’te çıkarılan resmî tapuda da tescillendiği üzere, Ayasofya hem camidir hem de Fatih Sultan Mehmed Han’ın şahsî mülküdür.     

 

Peki, bu sarih ve kuşku götürmez tarihî ve hukukî durumuna rağmen Ayasofya neden cami olmaktan çıkarıldı ve müze haline getirildi?

 

Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarihli ve 7/1589 tarihli kararı ile müzeye çevrilen ve 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan Ayasofya’nın durumu dönemin uluslararası siyasî dengeleri ile ilgiliydi. Ayasofya’ya simgesel bir mana yükleyen bazı Batılı odaklar, mabedin cami olmaktan çıkarılması için girişimlerde bulunmuş, arkalarına aldıkları uluslararası kuvvet ve imkânları kullanarak buranın müzeye dönüştürülmesi için çaba göstermişlerdi. Gündeminde Balkan Paktı olup Batı dünyası ile iyi ilişkiler kurma gayreti içerisinde bulunan Türkiye’nin, yürütülen çabalar karşısında bu adımı atarak Ayasofya’yı müzeye çevirdiğini söyleyebiliriz. Fakat Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da belirttiği gibi tarihe karşı bir çeşit ihanet olan bu taviz, aynı zamanda hukukdışı bir eylemdi. Zira yöneticiler, kendi yetki alanlarını aşmış ve herhangi bir tasarruf hakkına sahip olmadıkları bir vakıf mülkü üzerinde amacına uygunsuz bir tasarrufta bulunmuşlardı.   

 

Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesini hükümsüz kılan bu hukuksuz eylem, hak ve hakkaniyet duygusuna sahip vicdanları her zaman derinden yaralamıştır. Ayasofya’nın durumu her dönem tartışma konusu olmuş, birçok mütefekkirimiz tarafından mabedin aslına uygun biçimde camiye dönüştürülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Merhum Osman Yüksel Serdengeçti ve Necip Fazıl Kısakürek’ten Sezai Karakoç’a kadar millî ve dinî hassasiyetleri kuşanan birçok isim bıkmadan usanmadan Ayasofya’nın önemini gençlerimize anlatmış, cennetmekân Fatih’in bu mukaddes emanetini beyit beyit satırlara ve özlem özlem sadırlara işlemişlerdir. Nitekim bu özlem gençlerimizin kalbinde diriliğini hep muhafaza etmiş, müze haline getirilmesinden sonra ilk kez 8 Ağustos 1980’de Ayasofya’nın Hünkâr Mahfili ibadete açılmıştır. Bundan kısa bir süre sonra (14 Eylül 1980) restorasyon gerekçesiyle tekrar kapatılan Hünkâr Mahfili 10 Şubat 1991'de yeniden ibadete açılmış, Ayasofya kısmen de olsa cami olarak hizmet vermeye başlamıştır.

 

Kıymetli Müslümanlar!

 

Fatih’in Ayasofya Camii ile ilgili vakfiyesi şöyledir:

 

İşte bu benim Ayasofya Vakfiyemdir; kim bu Ayasofya'yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse, onu iptal veya tadile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camii'nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirse ve hatta yardım ederse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar, camilikten çıkarır ve sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydeder veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse, ifade ediyorum ki huzurunuzda en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple bu vakfiyeyi kim değiştirirse Allah'ın, Peygamber'in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun. Azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah'ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.” (Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453)

 

Muhterem kardeşlerim!

 

Yıllardır müze olarak kullanılan Ayasofya’nın mahzun hali yıllarca yüreğimizi yakmaktaydı. Şükürler olsun Allah’a ki, Ayasofya artık camidir. Aslî kullanım amacına yeniden kavuşturulmuştur. Vakfiyesine uygun bir şekilde tekrar açılmış, ikinci defa fethedilmiştir. Şükürler olsun Allah’a ki, yıllarca beklediğimiz, milyonlarca insanın hüzünle el açıp hürriyeti için dua ve niyazda bulunduğu Fatih’in emaneti hürriyetine kavuşmuştur. Boynuna geçirilen utanç kemendi koparılıp atılmış, ayaklarına bağlanan esaret zincirleri kırılmıştır.

 

Kiliseleri camiye çeviriyorlar algısı oluşturmaya çalışan Hıristiyanlar ve onların bizdeki sözcüleri iyi bilmelidir ve bilmektedirler ki, Ayasofya daha önce yapıldığı gibi mabet olmaktan çıkarılıp sıradan bir müze derekesine indirilmemiş, basit bir müze olma derekesinden çıkarılıp ulvî bir mabet seviyesine yükseltilmiştir. 86 yıldır elinden alınan ibadethane olma hakkına bir kez daha kavuşturulmuş, aslına iade edilmiştir. Bu durumdan, meseleyi siyasî bir dava olarak görmeyen samimi Hıristiyanların da memnuniyet duyduklarını biliyoruz. Bu mübarek mabedin kubbelerinde yeniden Allah’ın adı yankılanacak, müminler Ayasofya’nın çatısı altında yeniden el açıp Rablerine iltica edeceklerdir.   

 

Cennetmekân ceddimiz Fatih’in mübarek yadigârının, gözünün nurunun, Ayasofya’nın onlarca yılın ardından yeniden ibadete açılmasına öncülük eden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ümmet olarak minnettarız… Cumhurbaşkanımız, yıllardır içimizde kanayan ve kaynayan bir yara olan Ayasofya’yı ibadete açmakla kırılan kalplerimizi tamir etmiş, ayaklar altına alınan onurumuzu yeniden yüceltmiş ve yarınlara dair ümitlerimizi tazelemiştir. Her neden müze olmuşsa ve her neden bunca yıl müze olarak kalmışsa, artık o nedenin mevcut olmadığı dünyaya ilan edilmiş, devletimizin kudretine ve iş görme iradesine olan inancımız artmıştır. Ayasofya’nın sadece bir bina olmadığını bilen bizler, Ayasofya’yı ibadete açmanın sadece bir camiyi ibadete açmak olmadığını, dolayısıyla Cumhurbaşkanımızın milletimiz adına nasıl büyük bir adım atmış olduğunu biliyoruz. Tarih ve ümmet-i Muhammed, bizim göremeyeceğimiz uzun asırlar boyunca, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed Han’ın yanında ve en az onun kadar, Ayasofya’nın zincirlerini kıran Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı da hayırla yâd edecektir. Ne kadar bahtiyarız ki, bu dönemde böylesine değerli bir karar alındı ve yine ne kadar bahtiyarız ki, bizler bu günlere şahit olduk.

 

Sayın Cumhurbaşkanımızın Ayasofya ile ilgili yaptığı basın açıklamasında sarf ettiği şu şuur yüklü cümleler, Filistin’den Afganistan’a kadar tüm mazlum Müslüman coğrafyalarda heyecan yaratmış ve Müslüman toplumlara ümit aşılamıştır:

 

Ayasofya'nın dirilişi, Mescid-i Aksa'nın özgürlüğe kavuşmasının habercisidir. Ayasofya'nın dirilişi, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesidir. Ayasofya'nın dirilişi, sadece Müslümanların değil, onlarla birlikte tüm mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin umut ateşinin yeniden alevlenişidir. Ayasofya'nın dirilişi, Türk milleti, Müslümanlar ve tüm insanlık olarak dünyaya söyleyecek yeni sözlerimiz olduğunun ifadesidir. Ayasofya'nın dirilişi, Bedir'den Malazgirt'e, Niğbolu'dan Çanakkale'ye kadar tarihimizin tüm atılım dönemlerini yeniden hatırlayışımızın adıdır. Ayasofya'nın dirilişi, şehitlerimizin ve gazilerimizin emanetlerine gerekirse canımız pahasına sahip çıkma kararlılığımızın remzidir.

 

Bu kutlu eylem, hiçbir kuşku duymadan bilelim ki, artık Batı’nın ağzından çıkan birkaç söze bakan Eski Türkiye döneminin bittiğini, onun yerine tüm cihana söz söyleyen, mazlumlara omuz veren ve zalimi uykusundan eden yeni bir Türkiye döneminin başladığını göstermektedir. Yüzlerce yıl dünyaya adalet dağıtan ve dünyanın beşten büyük olduğunu haykıran Türk milletinin yeni bir adalet mücadelesi başlattığının ve esasen yeniden ayağa kalktığının işaretidir. Ayasofya’nın ibadete açılmış olması, Türkiye’nin kimsenin kontrol ve güdümünde olmadığını, dışarıdan talimatla iş yapmadığını, ülke yönetiminde artık yerli ve millî unsurların görev aldığını bir kez daha ve en kuvvetli biçimde göstermiştir.

 

Sayın Cumhurbaşkanımızın Ayasofya’nın ihya edilmesinin hangi anlama geldiğini izah eden sözlerini Kardeşlik Platformu olarak yürekten benimsiyor, ayakta alkışlıyoruz:

 

"Ayasofya'nın dirilişi, Alparslan'dan Fatih'e ve Abdülhamid'e kadar ecdadın tamamına vefamızın gereğidir. Ayasofya'nın dirilişi, Fatih'in fetih ruhunu şad etme yanında, Akşemseddin'in maneviyatını, Mimar Sinan'ın estetiğini ve zevkini de yeniden gönlümüzde canlandırmaktır. Ayasofya'nın dirilişi, insanlığın özlemle beklediği temeli adalet, vicdan, ahlak, tevhid ve kardeşlik olan medeniyet güneşimizin yeniden yükselişinin sembolüdür. Ayasofya'nın dirilişi, bu mabedin kapılarındaki zincirler yanında, topyekûn gönüllerdeki ve ayaklardaki prangaların da kırılıp atılmasıdır.

 

Kardeşlik Platformu olarak, Ayasofya’nın camiye dönüştürülüp ihya edilmesi kararında iradesi ve imzası bulunan Sayın Cumhurbaşkanımıza, kararın alınma sürecinde milletimiz adına emek sarf eden hükümet birimlerimize, milletvekillerimize ve siyasi partilerimize teşekkürlerimizi sunuyor, kendilerine minnettar olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz. Milletimizin üzerinden Fatih’in bedduasının kalkmasına vesile olan herkesten Allah razı olsun. Toplantımıza iştirak eden tüm Muşlu hemşerilerimizin âbâ u ecdâdına rahmetler olsun.

 

MUŞ KARDEŞLİK PLATFORMU

 

Haber:Hüseyin Altun

Fotoğraf:Osman Gökarslan