Üniversitemiz İslami İlimler Fakültesinde, Alevi Dedesi Hazır Ali Beyazyıldırım tarafından “Alevilikte Dedeler ve Ocaklar” başlıklı bir seminer verildi. Sabahattin Zaim Konferans Salonunda düzenlenen seminere çok sayıda akademik personelimiz ve öğrencimiz katıldı. Rektörümüz Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat, Hazır Ali Beyazyıldırım’ı seminerin ardından makamında kabul etti. Beyazyıldırım’ın üniversitemizde verdiği seminerden duyduğu memnuniyeti dile getiren Prof. Dr. Polat, konuğuna teşekkür etti.
Etkinlik öncesi bir takdim konuşması yapan İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Kamil Coşkun, seminerin, üniversitemizin İslami İlimler Fakültesi müfredatında seçmeli ders olarak yer alan Alevi Bektaşi Kültürü dersi kapsamında verildiğini söyledi. Söz konusu dersi yaklaşık 100 öğrencimizin aldığını belirten Doç. Dr. Coşkun, şöyle konuştu: “Derslerimizin tabii bir hâl alması gerekiyor. Bizde bu hâle nasıl hizmet ederiz, bunun üzerinde kafa yorduk. Alevi Bektaşi kültürünü kaynaklarına göre öğrenmeyi ve öğretmeyi arzu ettik. Bunun iki şekli var. Birincisi yazılı kaynaklara başvurmak. İkincisi ise dedelere başvurmak. Öğrencilerimizi yazılı kaynaklarla buluşturduk. Bugün de yürüyen kanaatlerle buluşturacağız. Çok önceden tanıştığım ve sevdiğim Hazır Ali Beyazyıldırım Dedeyi davet ettik. Bizi kırmadılar, icabet ettiler.
Hazır Ali Dede, önemli bir pirdir ve mürşittir. Alevilikte iki esas var; insan-ı kâmil olmak ve hakka vasıl olmak. Bu yola hizmet edenler arasında en önemli kişiler, dedelerdir. Şimdi bu salonda dersimizi alan öğrenciler çoğunlukta ama almayan öğrenciler de var, onlar da hoş geldiler. Şimdi Dedemiz ocaklardan, dedelerden bahsedecek inşallah. Sonra bir soru cevap faslı olacak. Saygıdeğer dedem buyurun mikrofon sizde.”
“Alevilik, İslam’ın tasavvufi bir yorumudur.”
Sözlerine “Canlar” diyerek başlayan Hazır Ali Beyazyıldırım, “Çünkü Alevilik inancında insanlar arasında bir farklılık yoktur. Kadın-erkek ayrımı yoktur.” dedi. Beyazyıldırım sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğer konu gerçekten inançsal bir etkinlikse, o etkinliğin içinde hangi makamdan ve mevkiden gelen olsa bile biz onları insan olarak görürüz, can olarak görürüz. Onun için de sevgili hocalarım incinmesinler, kırılmasınlar. Ben de size can diye hitap edeyim.
Sevgili arkadaşlar Alevilik İslam’ın tasavvufi bir yorumudur. Elbette Allah’ın varlığına tekbire, Kuran’ın hak kitap olduğuna, yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sevgisini de ekleyerek İslam’ın tasavvufi bir yorumudur Alevilik. Aleviler bu tasavvufi yorumda özellikle inançlarını ifade ederken ve ibadetlerini yaparken, Sünni dostlarımız gibi camide değil Cemevlerinde ya da kendi evlerinde dedelerin saz eşliğinde söyledikleri deyiş, dua ve gülbenklerle ibadetlerini yerine getirirler. Şimdi bu dedelerin de tâliplerden daha doğrusu bağlı tâlip gruplarından ayrı etkinlikleri yani farklılıkları vardır.
Tabii ki bu Alevi kanaat önderi olabilmek için rastgele herkesin önder olması mümkün değil. Bunun için bu işte dedelik Hz. Peygamberin neslinden geldiğine inanılan seyitler vasıtasıyla yürür. Bu seyitler nereden türemişler dediğiniz de Hz. Muhammed’in özellikle kendisine Kevser suresi geldiğinde kendisine deniyor ki ‘Sana Kevser’i verdik. İbadetini et, kurbanını kes, zekâtını ver. Sen ebter değilsin. Sana ebter diyenler ancak ebter olabilir.’ O zaman da Hz. Peygamber, herkesin nesli kendinden devam eder, benim neslim de kızım Fatıma ile Ali’den devam edecek demiştir. İşte bu Hz. Peygamberden gelen nesle biz seyit diyoruz.
Rehber, Pir, Mürşit ve Ocakzade
Seyitlerin her ne kadar bu zamanda dede unvanı kullanılıyorsa da Alevi inancında, Kur’an’dan da alıntı yapılarak inşa edilen İmamı Cafer-i Sadık Buyruğu’nda bunlara bir vasıf tayin edilmiş ve dede denmemiş bunlara. Ne denmiş? Bunlar kendi makamlarına göre rehber, pir ve mürşit olarak anılmışlardır. Tabii ki Alevi toplumu içinde bu inancı ifade ederken bunların her birinin kendisine göre bir görevi vardır. Buna göre Rehber, bu inanca girecek insanları eğitir ve hazırlar. Pir, onu ifa eder. Mürşit ise, en üst tavandadır, olumlu işleri ve olumsuzlukları denetler. Ve dolayısıyla da bu nesil Hz. Peygamberin neslidir.
Biz seyitleri, daha doğrusu dedeleri böyle tanımladıktan sonra bir de ocakzade ifadesi vardır. Halk arasında seyitlere bir de ocakzade derler. Elbette bu ocakzade ifadesinin de bir anlamı vardır. Geçmişe gittiğimizde veya bugüne baktığımızda içinizden belki çoğu ocağın ne olduğunu bilmez. Şimdi farklı ısıtma ve yemek pişirme gereçleri ve yöntemleri var. Geçmişte, özellikle kırsaldaki evlerde bir ocak olurdu. Ateş bu ocakta yanardı. Aşımız burada pişerdi, suyumuz burada ısınırdı. Yani her türlü hizmetimiz bu ocakta yanan ateşle görülürdü. Zaman içinde Alevi dedelerine ocakzade denmesinin anlamı, bu manada yatmaktadır. Bu rehber, pir ve mürşitler oluşturdukları muhabbet çemberinde, cemlerde, bağlılarını tasavvufi usullerle, sohbetleriyle muhabbetleriyle pişirip meydana getiriyorlardı. Ve dolayısıyla da seyit sülalelerine bağlı olarak bunlara bir de ocak makamı takıldı ve ocakzade denildi. Bu ocaklar da kendi aralarında gruplar oluşturmaktalar.
“Bu ocaklar aslında irfan ocağı idi.”
Zaman içinde oluşan bazı hoşnutsuzluklar ve özellikle Kerbela olayından sonra evlad-ı resul olan seyitler yaşamak için özellikle Horasan bölgesini seçtiler. O bölgelerde kurdukları tekke ve dergâhlarda Alevilik inancını geliştirdiler. Elbette ki kendilerinde bir inanç vardı o zamana kadar. Ne idi bu inanç? Zikir idi, dua idi, semah idi. Horasan bölgesine yerleştikten sonra tekke ve dergâhlarda bu inanç olgunlaştı. İbadetlere gülbenkler, duazlar ve saz eşliğinde zikirler ilave oldu. Orada olgunlaştı ve oradan Anadolu’ya geldi ve bugünkü hâlini aldı. Seyitler kendilerine bağlı olan tâlip gruplarıyla bir araya geldiler, muhabbet halkası oluşturdular. Cem yaptılar. Bugünkü gibi cemevleri yoktu tabii. Her talibin evi bir cemevi kabul edilirdi. Her dedenin ocağı cemevi olarak kabul edilirdi ve ibadetler orada yapılırdı.
Dedeler dediğimiz rehber, mürşit ve pirlerin önemi kanaat önderi oluşları Hz. Peygamberin neslinden gelmiş olmalarından kaynaklanır. Tabii ki o nesilden gelen o ailenin her evladı da bu sorumlulukları üstlenemedi. Bunların da mutlaka bir yetiştirilme tarzı vardı. Bir takım kıstaslar getirilmişti. Bir ile müftü olabilmek için ne gereklidir? İlahiyat Fakültesi mezunu olmak gereklidir. Belki doktora yapmış olmak gereklidir. Ondan sonra o makama oturabilir. İşte alevi rehber, mürşit ve pirleri de o dergâhlarda, tekke ve zaviyelerde kendilerinden önce gelen dedelerden başta Kur’an eğitimi olmak kaydıyla tasavvuf eğitimi aldılar. O bilgileri alabildilerse, yeterince piştilerse pir oldular, rehber oldular, mürşit oldular. Yani bu ocaklar aslında irfan ocağı idi. İrfan ocağında tasavvufi yorumlar yapıldı ve tâlipler olgunlaştı. Alevilik günümüze bu şekilde geldi.
Şu anda cemevlerinde o eski devirlerdeki gibi dedeleri olgunlaştıramıyoruz, yetiştiremiyoruz. Neden? Çünkü o dedelerin yetiştikleri yerler tekkelerdi, dergâhlardı. O tekke ve dergâhlar, malum ilk olarak 1826’da ocaklar yasaklandı. Sadece yeniçerilerle ilgili değildi o olay. Alevi tekke ve dergâhlarına karşı olan bir şeydi. 1826’dan 1925’e gelene kadar da bazen gizli olarak bu tekkeler açıldı, oralarda dedeler yetişti ama Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla alevilerin bu eğitim kurumları da kapandığı için eğer ailede bir kalıntı var ise, büyüklerden bir şeyler tevarüs edilmiş ise onlar kendi çocuklarını yetiştirdi. Onlar sahip çıktı. Bunlar da azınlıkta olduğu için günümüzde alevi dedeleri içinde görevini ifa eden dede sayısı çok aza indi.”
Soru-cevap faslı ile devam eden ve Hazır Ali Beyazyıldırım’ın bağlama eşliğinde Şah Hatayi’den “Gönül ne durursun sen varsana / Mürşid-i kâmile varmayınca olmaz” deyişini okuması ile sona eren seminerin ardından Doç. Dr. Mehmet Kamil Coşkun, Beyazyıldırım’a katılım belgesi takdim etti.